Türkiye…
Bir ülke düşünün…
Her yeni gün, “Daha kötüsü olmaz herhalde” dedirten bir olayla sınanan;
ama ertesi gün, “Demek ki oluyormuş” diye tokat gibi yüzüne inen hakikatlerle uyanan bir ülke.
Bu kez adres Adana.
Üstelik herhangi bir yer değil…
Bir kolej.
Evet, yanlış duymadınız.
Eğitim yuvası denilen, çocukların güvenle teslim edildiği bir okulda, akıl almaz bir gizli kamera skandalı patlak veriyor.
Bir bilişim teknolojileri öğretmeni…
Öğretmen!
Yani çocukların “Hocam” diye saygıyla önünde durduğu kişi…
Kadın öğretmenlerin ve öğrencilerin tuvaletlerine gizli kamera yerleştiriyor.
Görüntüleri topluyor…
Ve iddiaya göre yurt dışındaki suç ağlarına satıyor.
Eğitim kurumlarının duvarlarına asılan “Değerler eğitimi” afişleri, o sırada herhalde utançtan yüzünü kapatıyordur.
Olayın 2019’dan beri sürdüğü iddia ediliyor.
Düşünebiliyor musunuz?
Bir öğretmen yıllarca, yüzlerce insanın mahremiyetini sistematik biçimde ihlal etmiş…
Ve okul yönetimi?
İddialara göre biliyormuş.
Evet, biliyormuş…
Ama ne yapmış?
Üstünü örtmüş.
Öğretmenlere baskı yapmış.
İşçilere tehditler gitmiş.
Yerel haberleri para karşılığı sildirmişler bile deniyor.
Yani ülkenin en büyük sorunlarından biri yine sahnede:
Skandallar değil, skandalların saklanması.
Bir kadın öğretmen, tuvalette tavandan gelen ışık yansımasını fark ediyor.
Kamerayı buluyor.
Durumu bildiriyor.
Sonra ne oluyor?
Tehdit ediliyor.
Korku içinde kendini bir odaya kilitleyip polisi aramak zorunda kalıyor.
Polis eve baskın yapıyor, kameralar, diskler, kayıtlar… Ne ararsan.
Yani olay tek bir “anlık delilik” değil; organize bir düzen.
Ve biz hâlâ “Eğitimde kalite”, “Gelecek nesiller” gibi süslü sözleri duymaya devam ediyoruz…
Skandal bununla bitiyor mu?
Maalesef hayır.
Bu okul, 6 Şubat depremlerinden sonra kapılarını depremzedelere açmıştı.
Birçok insan “Helal olsun” demişti.
Ama şimdi soruluyor:
Peki depremzedelerin orada olduğu zamanlarda da bu kameralar çalışıyor muydu?
“Çalıştı mı çalışmadı mı” sorusunun kendisi bile utanç ölçüsünü tek başına açıklıyor.
Bu ülkede her skandalın ortak noktası var:
Çürümüşlük, ihmalkârlık ve ‘Aman okulumuzun adı kirlenmesin’ zihniyeti.
Yahu bir okulun adını mı koruyacaksınız, çocukların onurunu mu?
Marka değeri mi önemli, mahremiyet mi?
Kar mı önemli, insanlık mı?
Görünen o ki bazıları için cevap acı verici derecede net…
Bir de teknolojinin geldiği nokta var.
Artık kamera bulmak, dört yapraklı yonca bulmaktan zor.
Adamlar priz içine yerleştiriyor, kalem içine, ampul içine…
Duvarın kenarındaki minik noktaya saklıyor.
Birkaç milimetrelik lekeden ibaret olan bir mercek, bir insanın bütün hayatını çalabiliyor.
Ve biz hâlâ tatillerde “Oda temiz mi?”, “Wi-Fi çekiyor mu?” diye soruyoruz.
Artık “Acaba gizli kamera var mı?” diye de sormamız gerekiyor.
Bu olayın sorumluları kimse, en ağır bedeli ödemeli.
Gizli kamera yerleştiren öğretmen,
Olayı bildiği halde susanlar,
İddialara göre yerel haberleri sildirenler,
Öğretmenleri tehdit edenler,
Velileri kandıranlar…
Hepsi.
Çünkü bu bir skandal değil sadece…
Bu bir ülke sınavı.
Ve şu ana kadar bu sınavdan sınıfta kaldığımız çok açık.
Bunca rezaletten geriye tek bir cümle kalıyor:
Bazı insanlar öğretmen olamaz.
Bazı kurumlar da okul.
Bu olayın üzeri kapatılmasın, unutturulmasın, hafife alınmasın.
Çünkü mesele sadece bir okul değil.
Mesele bir toplumun hangi değerlerin arkasında durduğudur.
Ve Türkiye’nin bugün en çok ihtiyacı olan şey, tam da budur.