2013 yılında genç ve nispeten daha iyimser bir insanmışım. O günlerde şöyle yazmışım: “Türk siyaseti kendisini Tayyip Erdoğan sonrası ikbale talip olma acziyetinden kurtarmalıdır.” Ne kadar masum bir cümle… İnsan kendi gençliğinin saflığını ancak yıllar geçince görebiliyor. Çünkü 2025’e geldik ve görüyoruz ki Türk siyasetinin bu konuda hiçbir acelesi yokmuş.
Hatta tam tersine, siyaset kurumu bir tür “acziyetle barışık olma terapisine” girmiş durumda. Üstelik kolektif bir terapi bu; grup seansları hâlâ devam ediyor.
Bugün hâlâ aynı yerdeyiz: İktidar varken iktidar olunamayacağını düşünenlerin ülkesi. Ve bu düşünceye sahip olanlar öyle mahcuplar ki bunu bir türlü açık açık söyleyemiyorlar. Bunun yerine siyaset biliminin en beklemeye dayalı yöntemine başvuruyorlar: “Zaman bizi haklı çıkarır, yeter ki hiç hareket etmeyelim.”